|

Kim Suçlu?

Görev yerimiz belli oldu, bu yıl (1974) yaz döneminde teftiş görevini aldık. Gideceğimiz il ise Kocaeli (İzmit) olarak belirlenmişti. Ankara ve İstanbul Grubumuzdan meslektaşlarımız ile birlikte görev yapacaktık. Aylardan haziran yaz sıcakları başlamıştı.

            Olağan ziyaretlerimizi yaptıktan ve yerleşimimizi tamamladık. Bu arada daha önce o ilde görev yapan meslektaşlarımızdan bilgi alıyor ve tavsiyelerini dinliyorduk. Arkadaşlarımız şanslı olduğumuzu, özellikle Gölcük, Halıdere ve Karamürsel gibi turistik yerlere yakın olmamız bir avantaj olarak değerlendiriliyordu.

            Bizde Halıdere’de müstakil bir ev kiraladık. Tam deniz kenarında idi. Mesaide yoğun tempo ile çalışıyor, akşama doğru eve ve dolayısıyla denize gidiyorduk. İstanbul’dan gelen bir arkadaşımızın sandalı vardı. Kendisinin iyi bir balıkçı olduğunu zamanla anladık. Her akşam denize çıkıyor ve balıkla dönüyordu. Arada sırada bizde bu ava iştirak ediyorduk. O yıllarda körfezde balık boldu. Bizleri balığa doyurdu. Attığı oltalar hiç boş dönmüyordu. Bu vesileyle bizde deniz ve balık tutma konularında bilgilerimizi geliştirdik.

            Mesleki tecrübemiz 3-4 yıllık süreyle sınırlı idi. Ancak mesleki bilgimiz yerinde ve çalışma azmimiz yüksekti. Yapacağımız çalışmaları planlamıştık. Vergi Dairesinin servislerini paylaşmıştık. Ben tahsilât servisini teftiş edecektim. Bu kapsamda tahsildar işlemlerinin teftişini de ben yürütecektim. O yıl Vergi Dairesinde sekiz tahsildar görev yapıyordu. Tahsildarlar borçlu vergi mükelleflerinin bizzat işyerlerine giderek tahsilât yapıyorlardı. Yapılan tahsilâtlar için iki örnek “Tahsilât Makbuzu” düzenliyor, makbuzun ilk örneği ödemeyi yapan mükellefe veriliyor, diğer dipkoçanlı örneği ise Tahsildarda kalıyordu. Tahsildar tahsil edilen paraları belirli tutarın üzerinde ise aynı akşam Vergi Dairesi veznesine teslim ediyordu.

            Tahakkuk eden vergilerini belirli sürede ödemeyen mükellefler için ilgili servis “Takip Kartı” düzenliyor ve bu borçlar takibata tabi tutuluyordu. Belirli bir rakamın üzerindeki takip kartları da teftişimiz kapsamında inceleniyordu. Borçlu mükellefleri çalışma ofisimize davet ederek, kendilerini borçlarını ödemeleri için uyarıyorduk. Bu kapsamda bazı mükelleflerin daireye gelmeleri için tebligat çıkarıyor veya telefonla gelmelerini talep ediyorduk. Bu çerçevede mükellefler ödeme makbuzları ile geliyorlar ve dairedeki kayıtlar ile mukayese ediyorduk.

            Çalışmalarımız devam ederken bir Tahsildar’ın heyecanlı, telaşlı ve agresif hali gözümüzden kaçmıyordu. Birde ne görelim işyerimize borçlu diye davet ettiğimiz bir mükellef borç miktarına itiraz ediyordu. Yani daha az borcunun olduğunu iddia ediyordu. Bizdeki kayıtlı borç miktarı ile mükellefin ibraz ettiği ödeme belgeleri birbirini tutmuyordu. Belgeleri bize bırakmasını istedik ve fotokopilerini mükellefe iade ettik. Mükellefi gönderdikten sonra, bizdeki makbuzlarla mükellefteki makbuzları karşılaştırınca farklılık ortaya çıkmış oldu. İlgili memur mükellefe tahsil ettiği gerçek tutarlı makbuzu verirken dairede kalacak dipkoçanlı makbuzu bir rakamını iptal ederek düşük miktarı yazıyormuş. Dolayısıyla aradaki farkı zimmetine geçiriyormuş. Bir mükellefte bu durum olsa neyse, inceleme derinleştikçe çok sayıda mükellefe aynı işlemin yapıldığını ve rakamın memurun ödeme gücünün çok üzerinde olduğunu tespit etmiş olduk. Memur işlemiş olduğu suçu kabul etti. Bir takım gerekçeler ve ailevi sorunlardan bahsetti. Bu memur kimdi? Daha önce davranışlarında gariplik olan personeldi.

            Doğal olarak hakkında işlem yapılması için olayı Cumhuriyet Savcılığına bir raporla intikal ettirdik. Buradan çıkan sonuç şudur; Teftiş kamu kurumlarında yapılması gereken zorunlu bir denetim şeklidir. Teftiş Kurulları her zaman ihtiyaç duyulacak müesseselerden bir tanesidir. Devletçe korunması ve teşvik edilmesi gerekli bir kurumdur. Kamuda teftişle ortaya çıkartılan yolsuzlukların haddi hesabı yoktur diyebiliriz.

            Kocaeli turnemizde başka bir anımızdan daha bahsetmek istiyorum. Genelde yaz döneminde illerde yaptığımız teftiş, vergi incelemesi ve soruşturma gibi görevler yoğun bir çalışmayı gerekli kılar. Zira sadece denetimle kalmaz, tüm tespitlerin rapora bağlanması gerekir. O yıllarda bütün yazışmalar daktilo makinesi ile bizzat yazılırdı. Şimdiki gibi bilgisayar, cep telefonu gibi kolaylıklar yoktu ve hatta haberleşme imkânları sınırlı idi. Yoğun geçen çalışma mesaisinden sonra denizden faydalanıyor ve bütün yorgunluğu üzerimizden atıyorduk. Haftada bir gün genellikle cumartesi akşamları bir restoranda ekip arkadaşları olarak yemek yiyor ve çalışmalarımızın haftalık değerlendirmesini yapıyorduk. Temmuz/1974 ayında Kıbrıs’ta barış harekâtı başlamıştı. Tahmin ediyorum bu günlerde, bizim yemek sırasında bir subay gelerek bize “Şehitlerimiz var, siz burada gülüp eğleniyorsunuz haydi evlerinize” diyerek bizi ikaz etti ve biz de bu üzücü olayı öğrenmiş olduk. Ertesi gün veya takip eden günlerde TCG Kocatepe (D-354) no.lu gemimizin kendi uçaklarımız tarafında batırıldığını öğrendik. Dolayısıyla bu talihsiz olay üzüldüğümüz bir anı olarak belleklerimize kazılmış oldu.

Petrol Rafinerisinin körfezde kurulu bulunması ve bazı askeri tesislerin mevcudiyeti nedeniyle, bölgemizde önlemler alındığına tanık olduk. Neyse ki savaş tehlikesi Anadoluya sıçramamıştı. Bu anılarla ve heyecanlı günlerle görevimizi tamamlamış olduk.

Esen kalınız.


|


Yorum eklemek ister misiniz?

E-posta adresiniz yayımlanmayacaktır.