|

ulucanlar cezaevi müzesi

Aslında sürekli bu yol konusu ile ilgili yazasım, daha doğrusu söylenip durasım var ama farklı bir konu için bir ara verip daha sonra yoluma devam edeyim istiyorum.

Haftasonları Ankara’da yapacak birşey bulamayıp sıkıldığımızda doluşuruz ya AVM lere, aklımı başıma toplamaya çalıştığım bu dönemde kendime bir görev verdim. Fırsat buldukça herkesin önünden geçip gittiği, hızlıca bi gezdiği, ya da fırsat yaratıp hiç görmediği yerleri görüp fotoğraflayıp bu günlüğe koyacağım. Günlük de bir işe yarasın. Bu şehrin yerlisiyim ya çok şükür, bu bende daha fazla yazma isteği uyandırıyor. Turist olarak yazılmış “gezi” yazılarını ayrı bir yere koymak lazım, onlar da farklı bir açıdan izlenimleri veriyor tabi ama hep bir ortak nokta var, yüzeysel kalıyorlar, bir duygu taşımıyorlar, taşımak gibi bir dertleri de yok (herkes senin gibi duygu böceği mi). Bu benim gezi yazılarına uyuz olduğumu göstermiyor tabi, hatta daha geçen yaz yazmıştım Karaburun’la ilgili bir tane artı hızımı alamayıp bir tane daha, gayet de turistik :)

Ben babamın şu AVM denen şeyin TC de icat olduğu Atakule nin açılışından (mukaddes tarih 1989, o zamanlar gayet ergen takılıyoruz) bu yana, bir alışveriş merkezine girdiğini, vakit geçirdiğini görmedim. Eski usül gider Kızılay’daki bilmem kaç yıldır bildiği mağazadan alır üstünü başını, ev alışverişine her tür semt pazarına, Hal’e gider, Ulus’a gider, Siteleri bilir, gerekli ne nerede satılır bilir. Biz de maşallah onun kızları olarak ota çöpe AVM ye gider, iğne iplik lazım olunca nerden alacağımızı bilmez (en son tuhafiyeyi nerede gördünüz, herşey olurdu oralarda), bütün AVM yi dolaşır saçma sapan ne varsa yapar, iğne ipliği bulamadan döneriz eve. Bu saçmalığı anlamak 30 yılımı almış olabilir, olsun. Neyse kafamdaki dağılma potansiyeli o kadar yüksek ki, aklımdan geçenleri sıraya sokmakta zorlanıyorum, kafamı sakinleştirmem (susun leeeen) gerekiyor önce :) Gezi ekibimin halaybaşı babam, daha iyi aday düşünemiyorum zaten, devamı annem ve Deniz.

Ulucanlar Cezaevi Türkiye Cumhuriyeti tarihinin ilk hapishanesiymiş arkadaşlar, tam 88 yıldır şahit cumhuriyete…2006 da kapatılmış ve 2011 de müze olarak tekrar açılmış. Altındağ Belediyesinin tarihe sahip çıkmaktaki çabası inanılmaz, tüm yaptıkları birbirinden güzel, tebrik etmek lazım. Müze için Belediye bir de web sitesi yapmış, on numara, bakın mutlaka, benim aşağıda yazmaya çalışacağım herşey orada zaten var (valla aynıları, kapatabilirsiniz bu sayfayı şimdiden). Hatta anasayfada diyor ya “Bütün yaşanmışlıkları ile birlikte şimdi bambaşka bir yüzle ziyaretçilerini ağırlayan Ulucanlar Cezaevi, Türkiye’nin yakın tarihi ile birlikte sizleri kendi içsel yolculuğunuza çıkarmaya davet ediyor…”, işte bu içsel yolculuk için gidin mutlaka oraya.

Fotoğraflar cezaevinin girişinden başlıyor, müze okları boyunca ilerliyor bizimle beraber. Dolaşmaya başlar başlamaz düğümleniyor boğazınıza birşeyler, on dakika önce lay lay lom gezerken (makinenin bataryası boş şekilde gelmişim oralara, hatta çantadaki yedek bile boş, rica ettim müze görevlisinden takıverdi fişe, teşekkür ediyorum kendisine) bir anda kalıyorsunuz ağırlıkların altında. Burada yatmış mahkumları duysanız aklınız şaşar, Türkiye Cumhuriyetinde yetişmiş ne kadar düşünen, düzgün insan biliyorsanız düşünün bir, işte onların hepsi geçmiş buradan. Nazım Hikmet, Yılmaz Güney, Bülent Ecevit, Necip Fazıl Kısakürek, Sami Cebeci, Ahmet Arif, Hasan Hüseyin Korkmazgil, Metin Peker, Cevat Şakir, Beyhan Cenkçi Adnan Cemgil, Cüneyt Arcayürek, Fakir Baykurt, Hasan Hüseyin Korkmazgil, Metin Toker, Muhsin Yazıcıoğlu, Osman Yüksel Serdengeçti, Talat Aydemir, Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan, Hüseyin İnan, Mustafa Pehlivanoğlu, Fikri Arıkan, Ali Bülent Orkan, Muharrem Şemsek,… Eğer burda yatmadıysanız suç sizde yani, bilin :)

Hazır olun şimdi boydan boya demirden, sürgülü kapılara, uzun soğuk koridorlara, yüksek taş duvarlara, güneş görmeyen hücrelere, koğuşlara, ranzalara, nemli duvarlara, tüm acıları gövdesine yüklenmiş uzun kavak ağacına…

Girişi geçtikten sonra büyükçe bir avluya çıkıyorsunuz, karşınızda da bir bina duruyor, duvarında Hilton yazıyor, anlamıyorsunuz.  Bir şekilde rütbeli, devlet erkanınından tutuklular kalıyormuş orada, rahmetli Ecevit de oranın konuklarından, diğer mahkumlar koymuşlar oraya Hilton adını.  Fotoğrafta görülen sabit merdiven yokmuş tabi, mahkumların inmesi, çıkması gerektiğinde portatif bir merdiven dayıyorlarmış 2.kata.

Hilton Ankara manzaralı, pencereden baktığınızda bir sürü şey görülebiliyor. Aylarca, yıllarca bomboş bir odada oturduğunuzda dışarıya bakabilmek, değişen bir şey görebilmek kadar büyük bir lüx olabilir mi? İşte bu yüzden Hilton burası.

İçerde karşılıklı 2 koğuş var, henüz içiniz sızlamaya başlamadıysa sızlayacak birazdan. Aklınıza gelecek Cumhuriyet tarihinin o en baba adamları, o kendi küçük, sırtı dimdik adamlar, utanacaksınız. Benim için öyle oldu, dünyanın bütün sıkıntılarını üzerimde sürekli hisseden ben, bu cezaevini gezmekle iyi birşey yapmadım sanırım, yaşadığım vicdan azabı böyle zeytinyağı gibi çıktı üste. Hayır tüm cezaevleri müze olsun hoplaya hoplaya gezelim, eğlenelim, ama biten birşey yok ki, aynı zulüm halen devam ediyor Silivri’de orda burda (bknz. Tuncay Özkan’ın “Hapiste Yatacak Olanlara Öğütler” kitabı).

Hilton’da biraz takıldıktan sonra gideceğiniz yer (müze gezi okları doğrultusunda) ne yazık ki tecrit odaları. Burası vahim bir gerçeklik (ve ne yazık ki hala tarihe gömülmemiş bir gerçeklik), giriyorsunuz demir kapıdan, içeride mum ışığı ayarında bir ışık var (makinemin bilmem kaç bin ISO sunda çektim fotoğrafları). Tek tek tecrit odaları var koridor boyunca. Bir de balmumu mahkumlar, gardiyanlar var ortamda, bir de sesler geliyor koğuşlardan türkü çığıran, feryat eden, sağolsun Altındağ Belediyesi, hıçkıra hıçkıra çıkıyorsunuz koridordan.

Buradan başka bir avluya açılıyor koridor, sizi daha süprizler, yeni mekanlar bekliyor, yavaş yavaş geziyoruz şunun şurasında. Diyorum ya Altındağ Belediyesi bu müze konusunda harika bir iş çıkartmış, taş duvarlar boyunca Ulucanlar’da kalan ünlülerin (!)  fotoğrafları asılı, bir nevi hall of fame burası, yok yok :) İşte sadece bu fotoğrafları görmek için bile gezebilirsiniz müzeyi, gördüklerinizin gerçekle bağlantısını kafanızda kurmaya uğraşmanıza hiç gerek kalmıyor.

Gezinin daha yarısına geldim, mecbur devamını 2. bir post yapacağım, bunalmayın siz de daha fazla. Aşağıdaki fotoğrafta benim Deniz’imin (diğer Denizin önünde) vermediği poz var, neyseki ekibin kalanı gayet sempatik.

Not1: Ulucanlar Cezaevi nin eski isimlerinden biri Ankara Merkez Kapalı Ceza ve Tutukevi, en eski isimlerinden biri de Cebeci Tevfikhanesi. Ben Ankara’da bir dolu cezaevi var zannediyordum meğer hepsi tek yermiş.

Not2: Feride Çiçekoğlu nun “Uçurtmayı vurmasınlar” romanından uyarlanan Tunç Başaran ın beni hüngür hüngür ağlatan filmi (o zamanlar sanırım orta 3 e felan gidiyordum, video kasetini kiralamıştık (artık yaşı saklamaya da pek gerek yok, kaç posttur deşifre oldum) ) burada çekilmiş. Afişleri görünce İnci Abla’nın Barııış Barııış diye seslenişi geldiyse aklınıza “welcome to the club” :)

D1

 

Sevgiyle kalın,

(devamı var…)


|


Yorum eklemek ister misiniz?

E-posta adresiniz yayımlanmayacaktır.