|

yağmurlu bir gün / istanbul

Ağır, sıkıntılı günler…Arada bir ışıl ışıl parlayan bir güneş minik minik umutlar saçıyor etrafa, içimiz ısınıyor. Aslında ben her ne kadar yaz tipi bir adam olsam da, kapalı, isli puslu, yağmurlu günleri (özellikle de evdeyken) seviyorum, bir de o sıcak çayım, kitabım, koltuğum romantizmi var ki, en güzeli.

İşte öyle bir İstanbul haftasonundan bahsedeyim dedim bugün günlükte, aslında ilk gün hava ışıl ışıl sıcacıktı (hatta anlata anlata bitiremedim, işte burada) ama bu ikinci gün, yağmurlu bir İstanbul işte.

Cumartesi akşamı kuzenler buluşması yaptık, biz sevdiklerimizle hasret giderdik, işte bu gençler de uzuun uzuuun oynadılar, yetmedi beraber yattılar, yetmedi sabah erkenden kalkıp oyuna devam ettiler :)

daha yetmedi işte böyle de pozlar verdiler (valla koysam mııı koymasam mıı diye uzun uzun düşünmelerden sonra koymaya karar verdim, aman dedim sanki internetteki tek abuk subuk içerik benimki :) ).

Sonra öpüp, koklaşıp ayrıldık, Ekin’i kamptan almaya İstinye’ye gittik. Yok bildiğimden değil, İstanbul cahiliyim ama ilginç bir yerdeymiş İstanbul Tenis Klübü, böyle tepede, yemyeşil, gayet izole, çevresi kenar mahalle görünümlü ama buradan dümdüz sahile inerseniz Emirgan’da buluyorsunuz kendinizi.

Her geldiğimde şaşırıyorum İstanbul’daki bu tarihin ve yeninin, yeşilin ve şehirin iç içe geçmişliğine, bizim buralarda bunu görmenize imkan yoktur, yeşil refüjde, parkta olur, tarih de Ulus’ta, gerisi düz mantık betonarme yerleşim yerleri.

Sonra, dedik biraz deniz havası alalım gelmişken, Beşiktaş a gidelim, biraz dolanır, bişeyler yer yola çıkarız. Tabi ki biz arabaya biner binmez Deniz uyudu (malum yorgun, geceyarılarına kadar fışt pışt spiderman ağları fırlattılar havalara) :)

Yalnız ne yakışıyor yağmurlu havaya uyku, bakınca canınız çekmedi mi itiraf edin :)

Yağmurda fotoğraf çekmek zor, uzun uzun takılamıyorsunuz (ya da ben kıyamadım makineme), tepenizde şemsiye tutanınız olacak sizinle beraber eğilip, doğrulan, ya da plastik torbaya, naylona, birşeye sarmak lazım makinenin gövdesini.

Diyorum ya eski ve yeni birlikteliği diye, işte böyle birşey, mini mini detaylarda garip bir uyum var.

Deniz yorgun da Ekin değil mi, çocuk saatlerce antreman yapmış, haliyle manzara böyle…

Makinenin klik sesini duyuyor, açıyor gözlerini, ama yakaladım işte daha poz veremeden. Çok sevdim ben bu kareyi, uzun zamandır en beğendiğim Ekin portresi oldu (aferim otur 10).

Bir de mini minnacık bir kısa film koydum şuraya(müzikli) başrolde Deniz var, benim çektiğimin farkında değil. Çocukları niye çok seviyorum sorusunun cevabı biraz bu video, kendimi kötü hissettiğimde izliyorum, geliyor geri gülümseme…

sevgiyle kalın,


|


Yorum eklemek ister misiniz?

E-posta adresiniz yayımlanmayacaktır.