|

Tavşan Ayağı

Oturduğum yerde bir yandan dinlenirken diğer yandan kuru bir otla oynuyorum. Ot sapının düzgünlüğü makine yapımı plastik borularda bulunmayacak nitelikte. Otun yaratılışına hayran olurken yanımdaki av yeleğim gözüme çarpıyor.

Av yeleğim sırtımı terletmiş. Terden koyu renk almış turuncu sırtına bakıyorum. Ter lekesinin içerisinde farklı bir leke daha var. Kan lekesinin hemen belli olan koyu rengi…

Çıkarıp kenara koyduğum yeleğin sırtındaki torbasının kenarından bir ayak dışarı uzanmış. Tavşanın ayağı garip bir sertlikte dışarı uzanıyor. Üst kısımları kirli beyaz, tabanının altı siyaha çalan bu ayak, artık canlıyken sahip olduğu esnek yapısını kaybetmiş. Eskiden bu ayağı kesip fırça gibi kullandıklarını ve ekmek hamurlarının üzerine yumurta sürdüklerini söyleyenleri duymuştum. Şimdi bu kirli ayağı gördükçe bunun olabileceğini pek aklım kesmiyor.

Bu kirli ayaklar, aylar boyunca kimbilir nerelerde gezmişti… Hangi keskin kokulu otlara bastı, hangi çalıların koyu gölgelerinde güven duygusu aradı… Sık sık başına geldiği gibi, birilerinden kaçarken, kaç kez ayak tırnaklarını var gücüyle toprağa geçirerek kendisini ileri attı…

Şimdi ise içinde ona hayat veren güç uçup gitmiş olan bu kirli ayaklar, sertleşmiş bir şekilde yeleğin sırtından dışarı şekilsizce çıkmış bir halde duruyor. Bu durumundan rahatsız olup ayakları yeleğin sırtına sokmaya çalışıyorum. Sertleşmiş kasları buna imkân vermiyor. Sırtından çıkmış kandan biraz elime bulaşıyor. Utanır gibi hemen kurtulmak istiyorum. Hayvanın arka budundaki tüylerine sürüyorum kanı.

Gün devrilmek üzere. Tavşanı vuralı epey oldu. Tavşan nereden nereye gidiyordu, kimbilir. Cafer Efe Türküsünde dediği gibi, “öğle üzeri vuruldu”.

tavşan avı

Aslında kekliklerin kalkacağını ümit ettiğim bir yamaçta yan yan yürüyordum.

Çifte tüfekte 7 ve 8 numara fişekler kostak kostak duruyor. Kah beliren kah kaybolan bir patikayı takip etmeye çalışıyorum. Hani bir taş görürsünüz ve sağlamlığına güvenip saparsınız ona basmak için… Uzamış bir çalıdan kaçmak için patikayı terk edersiniz… Onun gibi bir yürüyüş… Şimdi keklikler kalkıverse ne yaparım diye aklıma geliyor. Daha önce, düşmeyeyim diye önüme bakarken kaçırdığım keklikler aklıma geliyor. Sanki keklik kalkmış gibi tüfeği omuzlayıp bir prova yapıyorum. İndirip bir kere daha tüfeği gözüme alıyorum. Bu sanal atıştaki hızım beni memnun ediyor.

Küçük sayılabilecek bir meşeliği geçmek için tüfeği sol elime alıyorum. Yine de aklımdaki endişeden dolayı tüfeği her an omuzlayabilecek gibi tutuyorum. Sağ elimle yüzüme gelecek dalları gererek bana çarpmasına engel oluyorum. Bıraktığım dallar yay gibi havayı dövüyor. Dal hışırtısını geçip bir açıklığa geliyorum. Bir patırtı bütün kan basıncımı artırıyor.

Tavşan!

Tüfeğim patladı ve tavşan debelenmeye başladı!

Artık beynin harekete geçip “vur!” emri vermesini beklemeyen reflekslerim tüfeği omuzlattı ve tetiği çektirdi.

Köpeksiz gidilen avlarda böyle oluyor. İnsanın içindeki avcı duygular başka bir güdü olmadan harekete geçiyor ve avlanıyorsunuz. Köpek ile beraber avcılık yapıldığında iki nedenden dolayı bu kadar avcı duygular devreye giremiyor. Birincisi avcının köpeğiyle, köpeğinin çalışması, performansı, ferması vesairesiyle ilgileniyor olması. Bu durumda av ve avcı ilişkisi hep ikinci planda kalıyor. İkinci planda kalan sadece o mu? Avcı ve doğa ilişkisi, korumacılıkla ilgili endişeler, silah ve bunun gibi diğer mülahazalar hep köpeğin gölgesinde kalıyor. Bunu köpeksiz ava gitmek durumunda kalan bir avcının köpekle ava gidenlere çamur atması veya “erişemediği ciğere mundar demesi” gibi bakabilirsiniz. Belki de bunlarda haklısınızdır, ancak kimse benim dediğim etkilerini de inkâr edemez.

Daha açıkça söylemek gerekirse, köpeğiyle ava çıkan dostlarım, köpekle avcılık dışında başka bir şey ile ilgilenme imkânı bulamıyorlar. Hatta köpek ile avlanmanın, avcıda av ile ilgili bazı kabiliyetleri de körelttiğini söyleyebilirim. Muhakkak ki köpekle avlanmanın avcıya kazandırdığı pek çok meleke ve yararlar da mevcuttur. Buna karşın, köpekle ava çıkmanın avcıya kolaycılık aşıladığını, av ile zihin bağı kurmasına engel olduğunu, doğanın unsurlarını, izleri ve diğer avı av yapan şeyleri algılamasını engellediğini düşünüyorum.

İkinci neden ise fermalı köpekler kullanılarak yapılan ya da kopaylarla yapılan avlarda köpeklerin avın bulunduğu yeri, muhtemel parlama zamanını belirleyerek bunu size de belli ediyor olması. Böyle olunca avcıda belli refleksler ister istemez kayboluyor ve köpeğin göstereceği öğrenilmiş refleksler bunların yerini alıyor.

Böyle düşünmeme karşın, şimdi köpek besleyebiliyor duruma gelsem, köpekle mi avlanırdım? Bilmiyorum.

Tavşana dönelim.

Debelenen tavşanın başına çöküp “ilk müdahaleyi” yapmak üzere bıçağımı çıkarıyorum. Arka ayaklarını dizlerimle bastırıp keskin bıçağımı boğazına gömüyorum. Çıkan kan toprağa akıyor ve yaş toprakta hemen kayboluyor. Gözlerini dehşet verici bir şekilde açan tavşanda hareket yavaş yavaş azalıyor. Kısa mesafede vurulmasından dolayı girdiği şoku atlatamadan canını teslim ediyor. Karnında hala titremeler devam ediyor, ayakları canlılığından kalan bir gerginlik içerisinde. Gözünü kapatmaya çalışıyorum, artık güzelliğini kaybetmiş olan başı kontrolsüzce elimin gücüne boyun eğiyor.

Ayaklar kirli ve canlı. Acaba ayaklarda kalan bir şeyler mi var? Tavşanın ayakları kara kutusu gibi. Hayatı boyunca yaşadığı ayları, geçirdiği mevsimleri anlatıyor.

Artık kalkma zamanı. Çok dinlenince yeniden bir tepeyi tırmanma düşüncesi aptalca gelmeye başlıyor. Bakın, köpeksiz avcılığın bir özelliği daha. Daha çok yürüyorsunuz. Kesinlikle daha çok yeri geziyorsunuz. Köpeğin girip çıkıp kuş kaldırmaya çalışacağı yerlere kendiniz girip çıkmak zorundasınız. Bunun faydası ne ki? Bence yararlı.. Araziyi tanımak için, habitat koşullarını iyi bilmek için, hangi hayvan nerede “barınır” kavramak için son derece yararlı. Girmediğiniz çalıyı bilemezsiniz. Köpek tutkunlarının gazabını çok fazla çekmeyeceğimi umuyorum.

tavşan avı

Torbanızda bir av olduğunda – herkesi sinir etmek pahasına söyleyeyim- yavru eğitmek veya “köpek körelmesin” gibi bir derdiniz de yoksa avı erken bitirmek mümkün… Yeterince yorulmuşsanız, bu yorgunluğunuzun karşılığını az da olsa almışsanız, o gün limitinizi doldurmak zorunda hissetmiyorsunuz. Sonuçta “av etiyle doyurmamız gereken ev ahalisi” mefhumu uzun yıllar öncesinde kaldı.

Yeleğimi tekrar sırtıma geçiriyorum. Tavşanın orantısız ağırlığı yeleği, kolaylık sağlayan bir av gereci olmaktan çıkarıyor ve bir yüke dönüştürüyor. Tüfeğin de günün sonuna doğru artan ağırlığı, ayaklarımın arabaya doğru yönelmesine neden oluyor. Baş ağrısı hala başlamadı. Bu iyi bir şey… Genelde yorulduğum ve bol fişek attığım günlerde ağrıyor. Av heyecanı içerisinde çok fark etmiyorum ya da önemsemiyorum. Arabaya bindiğimde zonklamaya başlıyor. Bugün öyle bir şey yok, mutluyum. Ufaktan kendimle de gurur duyuyorum. “Köpeksiz avlanmak, hem de yıllardır bunu yapmak az şey değil” diyorum kendi kendime.

Saat ilerledikçe dönüş yolu kısalıyor. Ekşi bir akşam kokusu çökmek üzere. Güneşin alçalıp her şeyi güzel gösterdiği saatler. Avcılık güzel şey… Yaş ot kokusu, çalı hışırtıları, barut ve tüy… Gözünüze acımasızca giren güneş, en ufak açık yerimizi bulup bizi üşüten ayaz… Kuru anızları ve karlı havayı özleyiş…

Tüm avcılarımıza, köpekle veya köpeksiz, iç huzuru içerisinde tamamlayacakları güzel av günleri diliyorum.

Mehmet Ekizoğlu


|


Yorumlar(1)

  1. ali iyibil
    Reply

    Mehmet bey,kendi duygularınızı okuyanlara aynen yansıtıyorsunuz.Sanki bende o bozkırlarda dolaştım.Coğrafi yapı bana çok cazip gelmedi.Selam ve sevgiler.Avcılık bana çok yabancı bir faaliyet.

E-posta adresiniz yayımlanmayacaktır.